14. İstanbul Bienali “Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori”
Bu yıl 14’üncüsü düzenlenen İstanbul Bienali, Carolyn Christov-Bakargiev küratörlüğünde “Tuzlu Su” kavramsal çerçevesiyle şehrin 4 bir yanına dağılıyor. Ziyaretçilerini tuzlu sulardan geçirerek adada, boğazda, müzede, teknede, otoparkta, bahçede, okulda… yani sayısı 30’u bulan türlü çeşit mekanda İstanbul turu attıran bienal, geçen yılki gösterişsiz havasından çıkarak, sürprizlerle dolu ve politik duruşu olan unutulmaz bir sanat olayına dönüşmüş. Bienal kapsamında belirlenen mekanlardan bir kısmı ise “hayali” mekanlardan oluşuyor (Riva Kumsalı, Fransız Yetimhanesi ve Casa Garibaldi binası). Bu mekanların kapsam içinde ancak ziyarete kapalı oluşu arkasında; bize sürekli her şeyin ulaşılabilir olduğu söylense de bunun hiç de doğru olmadığı bir toplumda yaşadığımız mesajı yatıyor.
Tuzlu Su | Tüm Annelerin En Güzeli
Bienal mekanları içinde Adalar, A’dan G’ye kadar 7 ayrı bölgeye ayrılmış duraklardan 7.cisi. Adada 8 farklı durak var, hedefim 7’sini gezmek (bir öğleden sonrası ancak buna elveriyor). Sivriada ulaşım zorluğu nedeniyle kapsam dışı kalıyor. İlk uğrak yerim en merak ettiğim parçası olan Troçki Evi oluyor.
Küratör Christov-Bakargiev’in söylemiyle en simgesel mekan Troçki Evi. Dışındaki duvarlar ve otlarla bezeli bahçesi dışında bir şey kalmayan metruk bir yapı. Ancak yine de büyüleyici.
Ve büyülü bahçenin içinden geçerek deniz kenarına açılan bahçe kapısına ulaşan herkese “Waov!” dedirten Adrian Villar Rojas imzalı devasa heykeller :
Meraklıların hevesini kursağında bırakan paylaşımlar yapmış, sürprizi kaçırmış olabilirim. Ama gözlerinizle görmeden tatmin olmanızın mümkün olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Çankaya 57′de Daria Martin’in Eşikte adlı enstalasyonuna tanıklık edebilirsiniz.
Mizzi Köşkü‘nde ise sonar sesi eşliğinde sunulan batık görüntüleri, mekanın ilgi çekiciliği yanında biraz zayıf kalıyor. Ancak zaten bence Bienal’in amacı da bu; bizleri bu mekanlara sürüklemek…
Sırada Rizzo Palas var. Bu mekanda Ed Atkins’in bienal için video projesi iki katta da oynatılıyor. Video gerçekçi bir simülasyondan oluşuyor. Girer girmez devasa köşkten dikkatinizi üzerine çekmeyi başarıyor. Mekandan bir kaç görüntü paylaşmasam olmaz:
Splendid Palas Otel‘de ise baskıları, çizimleri ve animasyon filmleriyle bir efsane olarak tanınan William Kentridge’ın bienal için özel çalıştığı 5 farklı video eş zamanlı olarak büyük bir salonda gösteriliyor. Troçki’nin Büyükada’daki evinde konakladığı dönemi esas alan videoların dördü, kapı camlarına yansıtılıyor. Bu ilginç enstalasyona göz atmanızı tavsiye ederim. Bu vesileyle 1908 yılında açılan Splendid Palas Oteli de ziyaret etmiş olursunuz…
Adanın girişine göre ilk, bizim rotamıza göre sonuncu durak : Büyükada Halk Kütüphanesi. Burada ise genç sanatçı Merve Kılıçer’in iki el yapımı masa ve biri tanrıça İnanna, diğeri tanrıça Tiamat’a adanan iki el yapımı kitabı, bizleri binlerce yıl öncesine götürüyor.
Bienal’in gezebileceğim diğer ayakları için sabırsızlanırken, Büyükada’yı görmemiş olanlara bu deneyimi yaşamalarını tavsiye ediyorum. Keyifli deneyimler…