
Kahramanlık fotoğrafı Kyanjin Ri, Langtang- 4780m.
Diyelim ki hiking yapıyorsunuz ve birdenbire yolu kaybettiniz. Ben derim ki hemen geri dönün, ne kadar zamana mal olursa olsun. Çünkü başınız belada! Zaman tüneliyle şöyle bir oynayalım ve hikayesi olan beşinci güne ilk olma şerefini verelim!
Hikingte 5. Gün:
Zorlu 4 günün ardından artık 5 kişiyiz. Bu demek oluyor ki işim zor! Gerilerde kalma ihtimalim yüksek… Her zamanki gibi günün hedefini çok da sorgulamıyorum, takıyorum kulaklığımı başlıyorum yürümeye. Bilmiyorum ki 1500 metreden 2997 metreye yolculuk. Ne de olsa Kyanjin Ri’ye çıkmış insanım, ego tavan. Her neyse hikaye bu ya; o gün, genelde ön safları tutan arkadaş; Nico geriden geliyor. İlk durak, orda bir köy var uzakta şeklinde parmakla gösterilen dağın tepesinde bir nokta. Haydi bakalım playlistteki en gaza getirici şarkı seçiliyor. Ama yok! O merdivenler bitmiyor çıkmakla… Artık tükenmeye yüz tutan Sneakers’lardan birini daha indiriyorum mideye. Veriyorum benzini…
Derken önümde bir köprü görünüyor. Köprü demek, önce inmek sonra çıkmak demek. Hemen karşıya bakıyorum, aa arkadaşlar orda köprüden epey uzaktalar. Ses veriyorum, el sallıyorum, 3 kişiler. Sonra ilerde çıkışı görüyorum, milyonlarca merdiven:/ Köprüye ulaşıyorum, manzaranın keyfini çıkarıyorum vs derken, köprü bitiminde o da ne? Patika yok! 2 ince keçi yolu var ama onlar hiking yolu olamaz, bambulardan ötesi gözükmüyor. Neyse arkadaki vatandaşı beklemeye karar veriyorum. Arkadaş o gün çok asabi. Yorgundur herhalde diyorum, meğer herkesin en az bir kez başına gelen ishal gelmiş başa, ben nereden bileyim! Soruyorum, cevabı çok düşünmeden soldaki oluyor. Madem öyle soldan devam ediyorum. Fakat bu yol arkadaşları gördüğüm yolla aynı hizada değil, yukarı çıkıyor, pek tekin de değil. Bir iki kez Nico’ya sesleniyorum, hali yok devam ediyor o da şuursuzca. Çık çık çık, çıkıyoruz… Sonra herhalde bu kısa yol diyorum, önce çıkıyorsun ilerdeki milyonlarca merdiven yerine, sonra yol düzleşiyordur(?) değil mi? Düzleşir gibi oluyor, fakat kısa sürüyor. Ve sürpriz; devamı yok yolun!

Malum köprü
Böyle bir durumda ne yapılmalı mesela? Geri dönülmeli, gelinen yoldan. Ama biz ne yapmaya karar veriyoruz? Direkt aşağı inmeye. Bana kalsa ben inmem, ama Nico tipik bir erkek tavrıyla daha fazla zaman kaybetmemek uğruna ağaçların arasına sürüklüyor bizi. Şimdi bunları okuyup anlasa hakikaten canıma okur:) Çünkü aslında kendisi hikayenin kahramanı…

Kahraman Nico:)
Bambulara tutuna tutuna, her adımı hesaplaya hesaplaya yamaçtan inmeye çalışıyoruz. Neredeyse basacak toprak yok. Çok dikkatli davranıyoruz. Ancak kayalar izin vermiyor ilerlemeye. Velhasılı kelam yarılıyoruz yolu. Nico paldır küldür önden ilerliyor, bana da rehberlik ediyor.
Bir noktada bana şurdan gel diyor. İnecek başka bir yer yok, düz bir kaya var aşmam gereken, toprağa uzatmam lazım ayağımı. Fakat benim bacağım ordan oraya uzanacak kadar uzun değil ki! Resmen malzemesiz dağ tırmanışı yapıyoruz, sırtımızda 10’ar kiloyla. Neyse dualar ediliyor, bir ağaç kökü görülüyor, tutuluyor sağ elle, solla da birkaç bambuya sarılıyor elim. Ayağımı uzatıyorum toprağa ulaşmak için. Fakat o da ne? Toprak meğer kayayı örtüyormuş! Sağ ayağımı basmamla toprak kayanın üzerinden kayıyor, sol ayağım boşta, sol elimdeki bambular o ağırlıkla kırılıyor ve kalıyorum sağ elimle hayata tutunmaya. Yanlış değil, abartı değil, hayata tutunuyorum. Sol bacağım vücudumun ağırlığıyla uyuşmaya başlıyor, sol kolum sol yana uzanmış halde, çantanın da verdiği dengesizlikle yardımını alabilir durumda değilim. Ayağımı koyacak bir yerler bulmaya çalışıyorum ama sadece kaygan bir zemin, dahası yok! Nico’ya sesleniyorum. Kendisi beni göremediği için önce batonunu kullan diyor, ancak sallandığımı idrak edince yanıma yetişiyor.
Bu noktadan sonrası daha tehlikeli aslında. Ağaç kökünün üstündeki bir avuç toprağa yerleştiriyor ayaklarını. Ver elini diyor. Kolay mı öyle el vermek? Sol elimi uzatıyorum, biraz çekiyor beni ama dahası gelmiyor. Sağı da ver diyor. Nasıl verilir? Tamamen birine bırakmak kendini… Derken ağacın kökü de çıkıyor yerinden ve ben hızlıca ayak bileğine tutunuyorum. Ancak o da kaymaya başlıyor aşağı. Bırak bileğimi elini bana ver diyor, aksi halde beraber düşeceğiz. İçimden neler geçiyor, aklımı kaçırmak üzereyim ve veriyorum elimi. Çekiyor bel hizama kadar, sonrası geliyor neyse ki! Alıyor çantamı sırtımdan ama ben o sıra ağlamakla meşgulüm tabi ki. Beni oyalamaya çalışıyor, aşağıya inince ağlarsın diyor. Bu yolun alternatifi yine bir kayadan aşağı atmak kendini. Tanrım, vücudum titriyor, tam bunun üstüne nasıl yürüyebilirim?!
Nico kendini salıyor aşağı. Sonra bana batonuyla basamak yaparak yavaşça aşağı inmemi sağlıyor. Sanırım 4-5 metrelik bir kaya inişi yapıyorum saçma sapan yerlere tutunup, batona ayağımı basarak. Sonuç olarak aşağıya iniyoruz sağ salim.
İlginç bir şekilde ne ayakkabıma ne taytıma bir şey oluyor. Kolumda oluşan birkaç çizik dışında hiçbir yara almıyorum. İner inmez oturuyorum, bırak beni burda diyorum. Daha fazla yürüyecek halde değilim. Ama birilerinin de grubun kalanına başımıza geleni anlatması lazım. Nico bırakmıyor beni. Oturmuş kendime gelmemi izliyor. ‘Om’ sesleriyle enerji seviyemi değiştirmeye çalışıyorum. Kısa bir an da olsa akla gelen geri dönme düşüncesi yok oluyor, yavaş yavaş takip ediyorum Nico’yu. Yaklaşık 1 saat sonra arkadaşların bulunduğu noktaya ulaşıyoruz. Yol boyunca hem gülüyor, hem ağlıyorum. Enerji çılgın bir seviyede, vücudu titretiyor. Bizi gören Lily ve Benji sevinçten havaya uçuyor. Soru sormuyorlar beni o halde görünce. Sonradan Lily, her ne yaptıysan ben de yapmak hem ağlayıp hem gülmek istiyorum diyor:)
İşin komik tarafı ağlarken bile etraftaki güzelliklere kayıtsız kalamamam oluyor. Kendime şaşırıyorum, tir tir titrerken fotoğraf çekmelerime… Ve her şeye rağmen verilen 2 saatlik molanın ardından bir 3 saat daha çıkış yapabilmeme… O günü muhteşem tamamlamama şaşırıyorum. Doğa ne harika bir şey ki başına getirdiklerine kızamıyorsun, seni büyülemesine devam ediyor ve içinde kaybolmaya izin veriyorsun yine, yeni, yeniden…

Thulo Syabru’ya girerken, ağlıyorum o sıralar

Dillere pelesenk olan ‘Beni burda bırakın’ dediğim yerlerden biri

Tibetlilerin geleneksel çalgısı Draymin’ler

Sevgili kelebek ayakkabılarımın kokusuna bayılmış olsa gerek!

Rota üzerinde çalışmak ciddiyet gerektirir

Yağmura hazırlık

Kasabanın güzelliği

Ve ulaştığımız Laurebina’da beni karşılayan tatlılık
Size demem şu ki; hiking rotalarında işaret ve işaretleyiciler yeterli değil. Bu nedenle haritasız, appsiz, powerbank olmadan yola çıkmayın. Ve mümkünse size ne olursa olsun sahip çıkacak birileri de olsun yanınızda. Doğa güzel olduğu kadar korkutucu ve tehlikeli de. Ve kimi zaman acımasız da… Giydiğiniz ayakkabıdan, elinizde tuttuğunuz batona, çantanızı bağlayış biçiminize, her şey önem kazanıyor tehlike anında, yağmurda, karanlıkta. Siz siz olun yolu kaybetmeyin. Çünkü 10 günlük yürüyüşte 2 kez yolu kaybetmemiz, 2 kazaya neden oldu ve sonuçları şanslıyız ki hayati olmadı.
Bana sorarsanız yine olsa yine yaparım derim. Ben biraz deliyim. Ama siz tedbirli olun:)Seçtiğimiz rota ve yola çıkışımdan bahseden geçmiş yazımı şurda bulabilirsiniz: http://www.dunyakacbucak.com/himalayalarin-altini-ustune-getiren-rotalardan-biri-langtang/
4 yorum
Bir solukta okudum! Aman dikkat. Bu vesileyle bu guzel blogu da kesfetmis oldum.
Çok sevindik sevgili Bizarre Journeys!
[…] Seyahat […]
[…] başlığı altında 2 yazı paslamıştım (biri muhteşem ölümden dönme hikayemi anlatıyor; şurda). Hazırlıklı gelmemiş olsanız da burada hem hiking ekipmanlarına (ucuz-pahalı, tek […]