Sputnik Sevgilim; orijinal adıyla “Sputoniku No Koibito” 1999 yılında Haruki Murakami tarafından yazılıp yayınlanmış olmasına rağmen, kitapevlerimizde geçtiğimiz Temmuz “Yeni Çıkanlar” rafında yerini aldı. Neden bu kadar geç kaldık bu kitabı türkçeleştirmek için kendime sorup duruyorum. Hatrı sayılır sayıda Murakami kitabı okumuş biri olarak, en etkilendiğim romanlarından birine neden bu kadar geç kavuştum?!
Hep Murakami kitaplarının isimlerini ilginç bulmuşumdur. Nedir? Nereden gelir? Kitaba adını veren Sputnik de, “bildiğimiz” 1957’de Sovyetler Birliği tarafından uzaya fırlatılan ilk yapay uydunun adı. Bunun kitapla ne ilgisi var? Aslında pek yok. Kitabın kahramanlarından Sumire ve Myu arasında geçen ilk diyalogda tamamen yanlışlıkla dile gelen bu konu neticesinde kitaba adını yazdırıyor Sputnik. İşte bu tarz alakasızlıklar çok çekici geliyor bana. Sonunda bir yere bağlanmayan, o diyalogda kalan, sadece o an için anlam ifade eden bir şey…
Kitabın arka kapağında okuyacağınız aşağıdaki dizeler zaten özetliyor neyle karşı karşıya bırakılacağınızı:
“Ben âşık oldum. Şüphe yok. Buz soğuktur, gül kırmızı. Ve bu aşk beni sürükleyip bir yerlere götürmeye çalışıyor; öyle güçlü bir akıntı ki ondan kendimi korumam neredeyse olanaksız. Ama artık dönüş yok.
Kendimi bu akıntıya bırakmak dışında bir şey yapamam. Yanıp kül olsam da, yok olup gitsem de.”
Nadiren denk gelebileceğimiz, yine mistik öğeler içeren fakat sapına kadar romantizmle dolu bir roman. Anlatıcının adını bilmiyoruz, baş kahramanımız ise Sumire. Bu ismi aklımdan çıkaramayacağımı düşünüyorum romanın kapağını kapattığımdan beri. Üç kişilik bir hikaye bu, Japonya’dan başlayıp yine bir Yunan adasına uzanan (tıpkı “Zemberekkuşu’nun Güncesi’nde olduğu gibi). Zamanı yok, mekanı yok, anlatıcının ismi yok. Harika değil mi?
Bu kez sayfa sayısı da az. Hemen kayıp gidiverecekmiş gibi geliyor.
Edinin, okuyun, etkisinde kalın. “Yeni Çıkanlar”a indirim sunan bir kitapevinden almayı unutmayın:) Belki size de bana olduğu gibi tatlı bir arkadaşınız hediye ediverir…