Bütün sıfatlarını bir kenara koyalım, Frida her şeyden önce bir ikon. Pek çok kişi kimliğini bilmeden çantalarının üzerinde taşıyor otoportre çizimlerini, yani onun suretini. Defter kapakları, stickerlar ve bir çok başka aksesuar üzerinde geziniyor bu karakteristik kadının yüzü. Onun karakteri köklerinden, yaşadığı dönemden, doğup büyüdüğü topraklardan, başına gelen hazin ve hayatını bütünüyle değiştiren kazadan ve en çok da aşık olduğu adam Diego Rivera’dan etkileniyor. Ve biz de Frida Kahlo Aşk ve Acı ile onun yaşam öyküsüne, otoportrelerinin hikayesine, 20. yüzyılın başında dünyada olan bitene ve bu kadını ressam, devrimci ve feminist yapan tüm detaylara büyülü sözcüklerle dahil oluyoruz.
Kitap ilk elime geçtiğinde okumaktan çekinmiştim doğrusunu söylemek gerekirse. Frida’nın hayatını az çok biliyordum; filmlerden ve başka kaynaklardan. Okuyacağım satırlar melankoli içerecekti orası açık, ama aynı zamanda bu muhteşem kişiliğin gerçekleşmesini sağlayan mihenk taşlarını tek tek bilecektim.
Frida Kahlo Aşk ve Acı, Rauda Jamis tarafından kaleme alınmış. Rauda, biyografiyi yazarken hemen hemen her bölümün sonunda Frida’nın o bölümle ilgili düşüncelerini içeren mektuplarına yer vermiş. Frida’nın yaşam öyküsünü kronolojik olarak okurken, kendi ağzından da olayları değerlendirişine tanıklık ediyorsunuz. Aynı zamanda kitabın son sayfalarında bölümlerde adı geçen kimi otoportrelerini ve o esnada çekilmiş bazı fotoğrafları kuşe baskı olarak görme şansınız var.
Özellikle şu satırları okuduğumda aşk ve acı olmasa bu yaratıcılık varolabilir miydi diye sorgulamaktan kendimi alamıyorum:
“Beni anlamadın demeyeceğim. Beni anladın. Zaten en dayanılmaz acı buydu. Sen beni anladın. Anladığın halde canımı yaktın.”
Bittiğinde “Vay be!” dedirtecek, ilham verecek bu anlamlı yaşam öyküsünü okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Frida, boşuna Frida olmamış!