Hani bir his gelir bir kitabı okumaya başladığında oturduğun yerde çakılır kalırsın. Su gibi akar kelimeler bırakmak istemezsin ama bir yandan da bitmesin istersin. Ferzan Özpetek’in ikinci kitabı Sen Benim Hayatımsın’a başladığımda tam da böyle oldu. Yönetmenin filmlerinin her birine ayrı ayrı bayılan biri olarak pozitif bir yaklaşımla başladım elbette. Üstelik İstanbul Kırmızı’sını da bir çırpıda bitirmiştim zamanında. Onda anlattığı hikaye de akıp gitmişti. İlk kitap yorumlaması farklı bir şey tabii ki. Hele ki profesyonelliği başka bir alanda olan birinin ilk eseri ise hep acabaları, nasılları tutar bünyesinde. Beni bir okuyucu olarak çok memnun etmişti. Ama ikinci kitabının kapağını ve tanıtımlarını gördüğümde ayrı bir heyecan duydum ve bir farklılık olduğunu sezinledim. Satışa ilk olarak İtalya’da çıkan ve İtalyanca yazılan kitabını bir İtalya seyahatimde edindim. Fakat aldıktan sonra başlamaya tereddüt edip sürekli erteledim okumayı. İtalyanca bilgimin yetmeyeceğini, almam gereken hazzı tam olarak alamayacağımı düşünerek. Bu gel-gitlerimin arasında kitabın Türkçe versiyonunun hazır olduğunu öğrenir öğrenmez aldım ve başladım Ferzan’ın dünyasında gezinmeye. Bu kitap bi’ başka olmuş diye diye aktı gitti sayfalar. Her bölümde bir filmi aklıma geldi neredeyse. Öylesine tanıdık öylesine içten hissederek, sonlarına doğru gözyaşlarımı da esirgemeyerek okudum her satırını.(Ağlayamamaktan tıkanan gözyaşı kanallarımı açtığı için bir teşekkürü borç bilirim.)
Aşk dolu, arkadaşlık dolu, heyecan dolu, gülümseme dolu, gözyaşı dolu, renk dolu bir kitap. Filmlerinin tadı satırlarına da bulaşmış. Şüpheye düşmemek gerek; sanatçı, hayatına dokunmayan şeyleri çıkartmıyor bunu kendi cümleleriyle de ifade ediyor. Birazı kurgu birazı gerçek. Kitabın içeriğine dair çok fazla bir şey yazmak istemiyorum. Henüz okumamış insanların önüne düşerse yazı bir şekilde, alacakları tadı etkilemek istemem. Bize filmleriyle güzel hikâyeler anlatan Ferzan, bu sefer de yazılı olarak sunmuş samimiyetini, memnuniyetini, üzüntüsünü, hayatını..
“Sen benim esirliğim ve hürriyetimsin. Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin.” Nazım Hikmet
Böyle güzel alıntılar; anlatılanların arasına sanki “cuk” diye oturmuş, okurken gözlerimi kamaştırdı. Sayfaları kıvıra kıvıra, altlarını çize çize ilerledim kitapta. Sinemayı ne denli sevdiğini, onun büyüsünü tarif edişiyle kavradım ve mest oldum. İşini aşkla yapan, hayatını aşkla yaşayan bir insanın satırlarını okudum. İlham verdi, güldürdü, heyecanlandırdı ve ağlattı. Gözyaşlarımı hafta ortası deniz kıyısında kış güneşinin ısıttığı bir kahvaltı masasına bıraktım.
“Ama gerçek farklıdır. Gerçek, çılgınlık olmadan aşkın olmayacağıdır.” Ferzan Özpetek
Roma’ya, İstanbul’a, Lecce’ye selam olsun!
Teşekkürler Ferzan! Yaşadıkça üretmen dileğiyle..