Kadın olmamdan, tek başıma gezmeyi sevdiğimden ve bu yolculukların hayatımı “yoldan önce” & “yoldan sonra” olarak ikiye ayırdığına inandığımdan Wild(2014) ‘ı izlemem kaçınılmazdı.
Özellikle bugünlerde çok da özlemiş olduğum bir histir ; yola çıkarsın, sanki sorunlar bıraktığın yerde kalırlar, arkanda. Merakım yeni yerler görmek gibi gözükse de aslolan kendimle mücadelem, kabuk atışım, özümü arayışım… İşte bu nedenle Wild beni içine aldı, derinden etkiledi. Filmi bir çok yönden olumsuz eleştirmek mümkündü. Ancak aslolan bir yol filminden öte, Cheryl’in içsel yolculuğu olduğu için, ne yazık ki filmi sinemasal bir gözle eleştiremiyorum.
Manevi kayıplar herkes üzerinde farklı etkiler yaratabilir. Kimi zaman güçlü kılar insanı, kimi zaman aciz… Cheryl ise annesinin kaybından sonra hoyratça yaşamaya, uyuşturucu, alkol ve tek gecelik ilişkiler yaşayarak acısını bastırmaya çalışır. Elbette bir süre… Ancak bir yerde direksiyonu toparlaması gerekir, şarampole yuvarlanmadan.
Üzerinde neredeyse hiç düşünmeden kararını verir. Pasific Crest gibi hayli zorlu bir rotada, farklı iklim ve bitki örtülerinin içinden geçerek 1100 mili tamamlayacaktır. Yollar ona iyi gelecektir, kaybının ardından geçen 4 yılın sonunda nihayet annesinin yetiştirdiği kadın yapacaktır onu.
Cheryl Strayed (başıboş) yani kahramanımızın biyografisi olan bu film aslında kendisinin 2012 yılında bu içsel yolculuğunu kaleme aldığı Wild: From Lost to Found on the Pacific Crest Trail’in bir uyarlamasıdır.
Bir trivia: Flash forward ve flash back geçişleriyle duygusal derinliği artıran yönetmen Jean-Marc Vallée, çekimler boyunca aynaları ortadan kaldırarak Reese Whitherspoon’un kendini görmesini engellemiştir.