Kendimi gezgin olarak tanımlamak istemiyorum. Zira ne bilmem kaç tane ülke görme derdim, ne de bir bucketlistim var. Yalnızca yollarda olan biri olarak mevzuyu biraz eleştireyim diyorum. Müsaade var mı?

Fotoğraf: www.makingdifferent.com
Hep promosyonu yapılıyor bu işin değil mi? “Evet oradaydım.”, “Bendim, ben.”, “Bilmem kaç ülke gezdim.”
Şaka mısınız? Gerçekten soruyorum. Evet, elbette farklı kültürler görmek, dünyanın pek çok yerinden yeni insanla tanışmak, bunlar muazzam deneyimler. Seni geliştiren, dönüştüren, benzersiz bir perspektif katan. Peki ama sizce de günümüzde gezmek trend olmadı mı? Herkes dünyayı dolaşmalı mı? Yeni hedefimiz bu mu?
Evet o çantaydı, bu ayakkabıydı derken bu noktaya gelindi. Tükete tükete tüketecek şey kalmadı, mevzu nereye bilet alsama geldi.
Soruyorum size; eğer hayatınızdan memnun değilseniz; kendinizden, bir yere gitmiş olmak sizi iyileştirecek mi? Bunu 20 yaşında yapanlara lafım yok, hayatın başında böylesi bir deneyim, kendine güven kazanma falan efsane şeyler. Ancak sen de sıkılmadın mı bütün haftasonlarını kendinden kaçarak geçirmekten, içindeki seni susturmaya çalışmaktan ya da iş arkadaşına hava atmaktan? Bir de bunun tam zamanlı boyutu var ki daha vahim. Ne olursa olsun bilmem kaç tane ülkeye ayak basmış olacağım kafasıyla, hasta ruhlarını iyileştirmek yerine sana gülücüklü fotoğraflar gönderenleri göremiyor musun?
Herkes bir mutlu, bir mutlu. Evet Niyagara Şelalesini görmek, Amazonlarda şamanlarla tanışmış olmak, Evereste çıkmak… Bunlar muazzam deneyimler. Fakat değinmeye çalıştığım, bunu neden yapıyorsun farkında mısın?
Bir yanda bütün depresif duygularını bir kenara koyup kendini bayram tatillerinde gittiği yerlerle seyahat bloggerı sananlar, diğer tarafta artık gezmişliğin, tekrarın ve mobilitenin getirdiği yorgunlukla yine de büyük hedefi tamamlamak için sürüne sürüne yollarda olanlar. Fakat gördüğümüz resim hep aynı; gülen bir surat, yapılamayanı yapmış olmanın verdiği bir gurur ve promosyon dolu cümleler. Arkadaşlar eğer mutsuzsanız satmayın seyahat oyununu.
Bucketlisti falan boşverin, önce ne istediğinize bakın. Bunu bir otorite olarak söylemiyorum. Deneyimlerime dayanarak, kimi madalyonların diğer yüzünü görerek ve aslında gülümseyen ama gözleri gülmeyenleri görerek yapıyorum bu yorumları.
Ben de geziyorum. Ama bir amacım var. İyi günümü de kötü günümü de, neyi yaşıyorsam onu aksettirmeye çalışıyorum. Çünkü gerçekten işin özünde iyi deneyim kadar kötüsü de var. Benim mevzum her şeyi bir görmeye çalışmak. Niyetim bağımlılıklarımdan kurtulmak, minimalizmi hedef edinmek ve azla da mutlu olabilmek. Alışveriş yapmadan, düzenli olarak bir yerde kalmadan, kendime ait eşyalarım olmadan, yani ‘benim, benim’ demeden yürümekti yolda. Gelecek kaygısı içinde olmamak da vardı işin içinde, hem de hesabıma her ay para girişi yapılan günlerin aksine para girişi olmuyorken becerebilmek bu hedefi.
Bu farkındalık da seyir halindeyken geldi elbette. Dışardan bir gözle bakıyorum duruma. Kendi arkadaş çevrem de dahil –herkesi bu gruba dahil etmiyorum, taşlamayın beni sonradan- pek çok kişinin prestij olsun diye, o da gitmiş ben de gideyim diye, hafta sonum boş olduğunda nereye sığacağımı bilemiyorum diyerekten, ben oradaydım demek için ‘gururla’ yol paylaşımı yaptığını görüyorum. Ama eminim pek çoklarının çok derinlerde yaşadığı manevi boşluğu doldurduğu- ya da doldurur göründüğü- için var seyahat hayatlarında. Sanki dursalar dünya başlarına yıkılacak gibi hareket halindeler. Hareket berekettir ama durmayı da öğrenmek gerekmez mi? Durduğunda olacaklar korkutuyor diye düşünüyorum esasında, durduğunda olacaklar bir garip yüzleşmeden başkası değil çünkü. Kendinle yüzleşme! Herkes bundan kaçmak için çok çeşitli uğraşlar peşinde değil mi? Ne zamandır yalnız yaşayan, yalnız bir şeylerin sorumluluğunu alan bir toplumuz ki? Bu yenilik, azalan evlilik oranı, yalnız eve çıkma oranındaki artış falan derken insanları kendiyle baş başa bırakmadı mı? Kendiyle baş başa kalan şehir insanı spor yapmaya, seyahat etmeye başladı. Ama durmayı unuttu! Bir trend oldu gezmek, orda burda ‘check-in’ yapmak. Sonuç olarak bu makaleyle biraz ayna olabilmek istiyorum. Sadece kendinden kaçanlara bir soru olmak istiyorum. Bence sormalısın kendine, ‘ben ne yöne gidiyorum’ veyahut ‘ben kimim’ diye. Sıfatlar aramaktan vazgeçmelisin. Önce seni daraltan dünyanın gerçeklerini bir kenara bırakıp, kendinden kaçmayı bırakıp, nefes almalısın.
Bütün bu taşlamaların üzerine çok ironik bir şey söyleyeceğim. Şuan bu satırları uçakta yazıyorum:) İstanbul’da doldurduğum süre bitti. Yarım bıraktıklarımı tamamlamaya gidiyorum. Kalbimin götürdüğü yere… Somut bir neden var gibi gözükse de -ki öyle olmadığı da deneyimlendi- asıl nedenin serüvenime devam etmek olduğunu biliyorum. Her koşulda mutlu olmayı deneyimlemek…
Son sözü söylerken bana bu makaleyi yazdıranın, insanları okumayı öğrenmek olduğunu söylemeliyim. Gözlerinden taa içlerini görüyorum. Bir de biraz kendi deneyimim var tabi, geçmişten gelen. Terk ettiğim eski bir ben, o eski bene ait bir dünya var…
Makaleyi kapatırken, Homo Sapiens’ten bir alıntı yapmak istiyorum:
“…Tüketicilik akımı da, bize mutlu olmamız için mümkün olduğunca
çok mal ve hizmet tüketmemiz gerektiğini söyler. Bir şeyin eksikliğini
hissetıîğimizde veya bir şey doğru gelmediğinde, muhtemelen yeni bir
ürün (araba, yeni kıyafetler, organik gıda) veya bir hizmet (ev temizli
ği, çift terapisi, yoga dersi) almamız gerekir. Her bir televizyon reklamı,
yeni bir ürün ya da hizmet tüketmenin yaşamımızı daha iyi yapacağını
anlatan küçük bir efsanedir.
Çeşitliliği teşvik eden romantizm, bu anlamda tüketicilik akımıyla
harika bir uyum içindedir. Bu kavramlann evliliği, sonsuz bir deneyim-
ler piyasasının oluşmasını sağlamıştır ve modem turizm endüstrisi de
bunun üzerine kuruludur. Turizm endüstrisi, uçak biletleri ve otel oda-
ları satmaz, deneyim satar. Paris bir şehir veya Hindistan bir ülke değil-
dir. Bunlar tüketince ufkumuzu genişleten, insani potansiyelimizi ger
çekleştirmemizi sağlayan ve bizi daha mutlu yapan deneyimlerdir. So-
nuç olarak, bir milyonerle karısı arasındaki ilişki dikenli bir yola girdi
ğinde, adam karısını pahalı bir Paris tatiline götürür. Bu gezi bağımsız bir
isteğin değil, romantik tüketicilik akımının mitlerine duyulan coşkulu
bir inancın yansımasıdır aslında. Eski Mısır’da zengin bir adam, asla iliş-
ki problemini karısını Babil’e tatile götürerek çözmeyi düşünmezdi. Bu-
nun yerine karısına, hep istediği şaşaalı bir mezar yaptırırdı.
Eski Mısır’ın seçkinleri gibi çoğu kültürdeki çoğu insan da hayatla-
rını piramitler yapmaya adar.”
O zaman sana sunulanları bir mantık süzgecinden geçir, reklamı gerçekten ayır diyorum. Özendirilen dünyalara bir de bu gözle bak. Ve iğneyi başkasına batırırken kendini de unutma diyorum, aynayı karşına al ve gözlerine bak.
Sevgiyle…