Hindistan! Hep arzu ettiğim kutsal topraklar. Gitmeye, yalnız olarak gitmeye bir türü cesaret edemediğim… Ve anneme diyorum; ‘Anne ben Hindistan’a gidiyorum!’.
Bu şu anlama geliyor; kendimi aşırı halde güvende hissettiğim Grass Valley’ye veda etme ve korkarak yaklaştığım eski dünyama kısa da olsa dönme vakti. Korkular… Neden varlar? Deneyimlemek ve aslında korkulacak bir şey olmadığını görmek için… Ancak tam da kendimle yüzleşmenin, katman katman kendimi deneyimlemenin ortasında bir yerlerde, çok sevdiğim Yoga Farm’da, muhtemelen başka bir gücün beni sürükleyemeyeceği bu karar geliyor, dipten, içerlerden. Çağrılıyorum. Bu çağrının somut yollardan geldiğini düşünmeyin. Daha kutsal bir yerlerden geliyor.
Bu çağrıdan hareketle kendimi İstanbul’a bilet alırken buluyorum. Bu işler böyle işte. Onca fiziksel ve mental pratikten sonra akışa, Tanrı’nın sizinle ilgili büyük planına bırakıveriyorsunuz kendinizi. Artık hayatımda dinamik var, keskin planlar yok. Hedef belli, oraya doğru ne çekerse beni, ne çağırırsa ordayım. Bu ne çok esneğim demek ne de çok saplantılı. Bence az çok anladınız beni…
İstanbul… O sayfa açılınca bir duruyorum. 31 yılı devirdiğim ve dönüşümüm sonrası ailem ve birkaç tatlı dost dışında bana hiçbir şey ifade etmeyen şehir. Korkular vardı bir de değil mi? Şundandı korkular; diyorum ya dönüşüm var diye -henüz tamamlanmamış olan- dış görünüm 5 ayda baki, ama içersi biraz yıkanmış. Yeni beni tanımıyor ki sevdiceklerim… Benim korkum bundan da değil, kabul görmek görmemek umrumda olmaz. Korku, eskiye dönmekten. Ama yok! Bir kere kelebek kozadan çıktı mı kelebek artık, tırtıl olamaz.
Bu durumda yüzleşmeler tamam, artık çanta hazırlama vakti değil mi? 2 haftalık İstanbul dosyası bu kadar azla kapanamaz, yanılıyorum. Spiritüel kararlar alınırken önce güzelce bir desteklenir evren tarafından, akar bir şeyler yolu açmak için. Fakat sonra tam hazır olduğun noktada, kararın sınanmak için bir takım ’emin misin?’, ‘son kararın mı?’ sorgulamasını yaptıracak türden şeyler peydah olmaya başlar etrafta. Amerika’ya giderken de olmuştu, bu kez önce vizeyle ilgili küçük bir risk atlatıyorum, sonra ‘Hindistan’da maruz kalınabilecekler’ listesi dökülüyor önüme, gitmeyeyim diye. Sıtma deniyor, tifo deniyor, aman duşta ağzını, gözünü bile açma deniyor, kadın olarak iyi cesaret deniyor… Dolduruyorlar zihnimi korkunç senaryolarla. Ama ben de diyorum ki, işte geldim burdayım ve benden mutlusu yok!
Buraya beni çeken neydi onu da sonraki yazıma saklayayım diyorum. İpucu olarak Mooji demem kimileriniz için bir dolu şey ifade edecektir şimdiden bence:)

Bahsi geçen kirlilik!

Ganj’ın güzelliği!

Ladu Baba, yolda tanıştık:)

Delhi Havaalanı’nın orijinal tuvaletleri!

Biraz yaramazlık yapabiliyorlar…