Bu kelimeler henüz kitap bitmeden dökülüyor sayfaya. Nedeniyse; hem sabırsızlık hem de kitabın bitmesini istemeyişim.
Neden mi bu kadar beğeniyorum Patti Smith’in kalemini? Sık sık bu soruyu sorarken buluyorum kendimi. Çoluk Çocuk ve şimdi M Treni… Her ikisi de otobiyografi olduğuna göre, Patti’nin hayatına özeniyorum diyorum. Ya da samimiyetle yazdığındandır, hayatımın bir parçası sayıyorum kendisini. Evet, evet daha çok bundan. Sanki yıllar evvel evden ayrılan yakından biri. Elle tutulur biri.
Özellikle M Treni’ni okuduğumda anlıyorum neden beğendiğimi, ortak noktalar buluyorum Patti’yle aramda. Mesela bazı eşyalarına manevi anlamlar yükleyişi, okuduğu kitaplardaki kahramanları kişileştirişi, kitaplarda geçen mekanları merak edişi, görmek isteyişi… Yazarıyla tıpkı benim şuanda yaptığım şekilde bir bağ kuruşu…. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama en bariz olanı, aklına eseni yapışı. Çantasını toplayıp gidiverişi, sevdiği ve hayatından ayrılan insanları yaşıyorlarmışçasına hissedişi, hatta emin oluşu. Ve bir de onların yokluğuna rağmen hayata devam edişi, mutlu oluşu…
M Treni’nde çok şey buldum, çok duygu yaşadım. Tıpkı The Nation’ın dediği gibi; “Bundan sonra yapacaklarını saymazsak, M Treni Patti Smith’in yarattığı en güzel şey.”.
Bir alıntıyla yazımı noktalamak ve kitabı şiddetle tavsiye etmek istiyorum. Patti’yi tanıyın, keşfedin ve ondan ilham alın!
Sahip olamayacağımız şeyleri istiyoruz. Belli bir anı, sesi, duyguyu yeniden yaşamanın yollarını arıyoruz. Annemin sesini duymak istiyorum. Çocuklarımı çocuk halleriyle görmek istiyorum. Küçücük eller, çevik ayaklar. Her şey değişiyor. Oğlan büyüdü, baba öldü, kız benden uzun, kötü bir rüyadan dolayı ağlıyor. Lütfen sonsuza dek kalın, diyorum tanıdığım şeylere. Gitmeyin. Büyümeyin.